29 Eylül 2009 Salı
28 Eylül 2009 Pazartesi
Aşıklık Gelenekleri
Bir toplulukta eskiden olmalarından ötürü saygın tutulup,kuşaktan kuşağa iletilen kültürel kalıntılar,alışkanlıklar,bilgi,töre ve davranışlar olarak ifade edilen aşıklık geleneği diğer kültür değerlerinde olduğu gibi,belirli bir işlevi yerine getirmek,bir ihtiyacı karşılamak üzere geleneksel kültürün yarattığı kültür değeridir.Halk şiirinde aşıkların şiirlerini dörtlük düzenine göre söylemesi gelenektendir.Yine dörtlük düzeninde hece ölçüsünü ve bu ölçünün yedili,sekizli, onbirli olanlarını kullanmaları geleneğin belirgin örneklerindendir.
Aşıklık geleneklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
1)Mahlas Alma
2)Rüya Sonrası Aşık Olma. (Bade içme)
3)Usta - Çırak
4)Atışma - Karşılaşma
5)Leb - değmez (dudak değmez)
6)Askı (muamma)
7)Dedim - Dedi Tarzı Söyleyiş
8)Tarih Bildirme
9)Nazire Söyleme
10)Saz Çalma.
1)Mahlas Alma
Mahlas,şairlerin yazdıkları şiirlerde asıl adlarının yerine kullandıkları takma ada denir.Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kuraldır. Aşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş,mahlasları isim olarak kullanılır olmuştur.Dadaloğlu'nun asıl adı Veli,Sümmani'nin Hüseyin,Gevheri'nin Mehmet vb.'dir.Aşık geleneğe uygun olarak kullanacağı mahlası şu yollarla alır:
a)Mahlasını Kendi Seçerek Alma:
-Adını,soyadını mahlas olarak kullanır.
-Yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır.
b)Bir Usta Aşıktan İmam, Pir Ya Da Mürşitten Alma.
- Usta aşık çırağı sınava tabi tutar.
- Usta aşık çırağının durumuna göre bir mahlası uygun görür.
- Şeyh ve pirin manevi tesiriyle mahlas alır.
c) Rüyasında bade içerken alma.
2)Rüya Sonra Aşık Olma (Bade İçme)
Rüya motifi Türk Halk Edebiyatında sıkça karşımıza çıkan bir motiftir.Genellikle halk hikayelerinde yer alan bu motif bazı aşıkların hayat hikayeleri içinde de görülmektedir.Aşıklar aşıklığa başlamayı ya da yetişip usta aşık olmayı geleneksel bir unsur olarak gördükleri iki önemli yol,usta yanında yetişme ya da rüyada bade içerek badeli aşık olmaya bağlarlar.
Bade,şerbet,su gibi içilecek bir mai olabileceği gibi elma,nar,ekmek,üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olabilir.Aşık edebiyatında bade içme rüya motifi bir gelenek icabıdır. İnanışa göre aşık olmak için ya usta yanında yetişmek ya da mutlaka "pir" elinden bade içmek gerekir.
Bade aşığa;
- Bir pir tarafından,
- Üçler tarafından,
- Beşler tarafından,
- Yediler tarafından,
- Kırklar tarafından verilir.
3)Usta - Çırak
Aşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri de usta çırak geleneğidir.Aşıklar genellikle bir usta aşığın yanında onun çırağı olarak yetenekler ölçüsünde olgunlaşırlar.Gelenek gereği icracılık ve aşığın şairlikteki ustalığı için üstat da denilen bir aşığın yanında ders almaları gerekmektedir.Genç aşığın ustasının yanında çok büyük bir sabır göstermesi gerekmektedir. Sabrın sonunda çırak ustasının hayır duasını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur.
4)Aşık Karşılaşmaları:
Atışma,aşıkların dinleyenler karşısında,deyişme sırasında birbirini iğneleyici fakat mizah çerçevesi içinde söyleşmeleridir.Karşılama,aşıkların rakibine üstün gelmek için soru cevaplı tarzı seçmesi yada onu mat etmenin yollarını aramasıdır.Aşıkların doğaçlama, karşılıklı olarak belirli bir kural çerçevesinde söyleşmelerine "atışma" denir.Atışma, en az iki aşığın dinleyici huzurunda karşı karşıya gelerek birbirlerini sazda ve sözde belli kurallar çerçevesinde denenmeleri esasına dayanır.
5)Leb - Değmez
Aşıkların ustalıklarını sergilemek için bir nevi söz hüneri olarak başvurdukları bir biçimdir.İçinde (B,P,M,V,F) dudak ve diş-dudak sesleri bulunmadan söylenilen şiir demektir.Aşıkların dudakları arasına iğne koyarak yarıştıkları bir atışma biçimidir.
6)Askı (Muamma)
Muamma,halk şiirinde bir kimsenin ya da varlığın adını gizleyen şiir demektir.Aşık edebiyatında muammanın özel bir önemi vardır.Aşıklarca muamma düzenlemek ya da bir muammayı çözmek bilgi ve zeka ister."Murat Uraz" muammanın uygulanışını şu şekilde anlatmaktadır:
Kahvelerde muamma teşhir edildiği gecelerde;sigara ve nargile içilmez,kimse sesli konuşmaz,herkes intizam içinde oturur. Halk şairi tarafından hazırlanmış muamma büyük ve uzaktan okunabilecek bir yazı ile kağıda yazılır ve tahtaya yapıştırılır.Tahtaya bir milimetre kalınlığında bal mumu sürülür.
Aşıklar nöbetle kahveye gelenlere işine ve halk arasındaki derecesine göre ağırlamalar söylerler.Ağırlanan kişi de ağırlığına göre muammanın etrafındaki bal mumu sürülmüş tahtaya para yapıştırır.Muammayı kim çözerse paraları alır ve muammayı tertipleyen aşık da bir taksim çıkarırdı.Şayet bu muamma birkaç gece kahve duvarında asılı kalır,kimse tarafından da çözülmemiş olursa sahibi olan aşık bunun ne olduğunu söyler ve bütün paraları alırdı.
7)Dedim - Dedi Tarzı Söyleşi
Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan bir biçim olup koşma ve semailerdeki aşık ve sevgilinin (dedim-dedi ifadesine bağlı) karşılıklı söyleşmeleridir.
8)Tarih Bildirme
Aşık,kıtlık,yangın,sel felaketleri,salgın hastalık,önemli savaşlar vb. toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olaylarla kendi doğum tarihini şiirlerinde tarihi birer belge olmasını istemiş ve genellikle ilk yada son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir.
9)Nazire Söyleme
Nazire,bir şairin şiirini diğer bir şair tarafından aynı uyak ve ölçüde benzer bir biçimde yazma demektir.
10)Saz Çalma
Saz,aşık için ilhamı kamçılayan bir alet olup aşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir.
Aşıklık geleneklerini şu şekilde sıralamak mümkündür:
1)Mahlas Alma
2)Rüya Sonrası Aşık Olma. (Bade içme)
3)Usta - Çırak
4)Atışma - Karşılaşma
5)Leb - değmez (dudak değmez)
6)Askı (muamma)
7)Dedim - Dedi Tarzı Söyleyiş
8)Tarih Bildirme
9)Nazire Söyleme
10)Saz Çalma.
1)Mahlas Alma
Mahlas,şairlerin yazdıkları şiirlerde asıl adlarının yerine kullandıkları takma ada denir.Halk edebiyatında mahlas geleneğe bağlı uygulanan bir kuraldır. Aşıkların çoğunun asıl ismi unutulmuş,mahlasları isim olarak kullanılır olmuştur.Dadaloğlu'nun asıl adı Veli,Sümmani'nin Hüseyin,Gevheri'nin Mehmet vb.'dir.Aşık geleneğe uygun olarak kullanacağı mahlası şu yollarla alır:
a)Mahlasını Kendi Seçerek Alma:
-Adını,soyadını mahlas olarak kullanır.
-Yaşayışına ve sanatına uygun olarak kendi seçtiği herhangi bir ismi mahlas olarak kullanır.
b)Bir Usta Aşıktan İmam, Pir Ya Da Mürşitten Alma.
- Usta aşık çırağı sınava tabi tutar.
- Usta aşık çırağının durumuna göre bir mahlası uygun görür.
- Şeyh ve pirin manevi tesiriyle mahlas alır.
c) Rüyasında bade içerken alma.
2)Rüya Sonra Aşık Olma (Bade İçme)
Rüya motifi Türk Halk Edebiyatında sıkça karşımıza çıkan bir motiftir.Genellikle halk hikayelerinde yer alan bu motif bazı aşıkların hayat hikayeleri içinde de görülmektedir.Aşıklar aşıklığa başlamayı ya da yetişip usta aşık olmayı geleneksel bir unsur olarak gördükleri iki önemli yol,usta yanında yetişme ya da rüyada bade içerek badeli aşık olmaya bağlarlar.
Bade,şerbet,su gibi içilecek bir mai olabileceği gibi elma,nar,ekmek,üzüm gibi herhangi bir yiyecek de olabilir.Aşık edebiyatında bade içme rüya motifi bir gelenek icabıdır. İnanışa göre aşık olmak için ya usta yanında yetişmek ya da mutlaka "pir" elinden bade içmek gerekir.
Bade aşığa;
- Bir pir tarafından,
- Üçler tarafından,
- Beşler tarafından,
- Yediler tarafından,
- Kırklar tarafından verilir.
3)Usta - Çırak
Aşık edebiyatında yüzyıllar boyu yaşatılan geleneklerin en önemlilerinden biri de usta çırak geleneğidir.Aşıklar genellikle bir usta aşığın yanında onun çırağı olarak yetenekler ölçüsünde olgunlaşırlar.Gelenek gereği icracılık ve aşığın şairlikteki ustalığı için üstat da denilen bir aşığın yanında ders almaları gerekmektedir.Genç aşığın ustasının yanında çok büyük bir sabır göstermesi gerekmektedir. Sabrın sonunda çırak ustasının hayır duasını alarak tek başına halk önüne çıkma iznine kavuşur.
4)Aşık Karşılaşmaları:
Atışma,aşıkların dinleyenler karşısında,deyişme sırasında birbirini iğneleyici fakat mizah çerçevesi içinde söyleşmeleridir.Karşılama,aşıkların rakibine üstün gelmek için soru cevaplı tarzı seçmesi yada onu mat etmenin yollarını aramasıdır.Aşıkların doğaçlama, karşılıklı olarak belirli bir kural çerçevesinde söyleşmelerine "atışma" denir.Atışma, en az iki aşığın dinleyici huzurunda karşı karşıya gelerek birbirlerini sazda ve sözde belli kurallar çerçevesinde denenmeleri esasına dayanır.
5)Leb - Değmez
Aşıkların ustalıklarını sergilemek için bir nevi söz hüneri olarak başvurdukları bir biçimdir.İçinde (B,P,M,V,F) dudak ve diş-dudak sesleri bulunmadan söylenilen şiir demektir.Aşıkların dudakları arasına iğne koyarak yarıştıkları bir atışma biçimidir.
6)Askı (Muamma)
Muamma,halk şiirinde bir kimsenin ya da varlığın adını gizleyen şiir demektir.Aşık edebiyatında muammanın özel bir önemi vardır.Aşıklarca muamma düzenlemek ya da bir muammayı çözmek bilgi ve zeka ister."Murat Uraz" muammanın uygulanışını şu şekilde anlatmaktadır:
Kahvelerde muamma teşhir edildiği gecelerde;sigara ve nargile içilmez,kimse sesli konuşmaz,herkes intizam içinde oturur. Halk şairi tarafından hazırlanmış muamma büyük ve uzaktan okunabilecek bir yazı ile kağıda yazılır ve tahtaya yapıştırılır.Tahtaya bir milimetre kalınlığında bal mumu sürülür.
Aşıklar nöbetle kahveye gelenlere işine ve halk arasındaki derecesine göre ağırlamalar söylerler.Ağırlanan kişi de ağırlığına göre muammanın etrafındaki bal mumu sürülmüş tahtaya para yapıştırır.Muammayı kim çözerse paraları alır ve muammayı tertipleyen aşık da bir taksim çıkarırdı.Şayet bu muamma birkaç gece kahve duvarında asılı kalır,kimse tarafından da çözülmemiş olursa sahibi olan aşık bunun ne olduğunu söyler ve bütün paraları alırdı.
7)Dedim - Dedi Tarzı Söyleşi
Halk şiirinde yaygın olarak kullanılan bir biçim olup koşma ve semailerdeki aşık ve sevgilinin (dedim-dedi ifadesine bağlı) karşılıklı söyleşmeleridir.
8)Tarih Bildirme
Aşık,kıtlık,yangın,sel felaketleri,salgın hastalık,önemli savaşlar vb. toplumu yakından ilgilendiren sosyal hayatla ilgili olaylarla kendi doğum tarihini şiirlerinde tarihi birer belge olmasını istemiş ve genellikle ilk yada son dörtlükte bazen de ara yerde tarih belirtmiştir.
9)Nazire Söyleme
Nazire,bir şairin şiirini diğer bir şair tarafından aynı uyak ve ölçüde benzer bir biçimde yazma demektir.
10)Saz Çalma
Saz,aşık için ilhamı kamçılayan bir alet olup aşıklık geleneğinin en önemli unsurlarından biridir.
Aşıklık Geleneği
Âşıklık geleneği, kültür varlığımızın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Âşıklık çağlar süren deneyimlerden geçerek biçimlenmiş, kendine özgü icra töresi, geleneğe dayalı yapısı, âşık olmak, âşıklığı sürdürmek için uyulması gereken kuralları olan bir gelenektir. Âşık edebiyatı, ozan - baksı geleneğinin Anadolu'da yaşama biçiminin değişimiyle ortadan kalkması üzerine oluşmuştur.Âşıklık geleneğinde sazlı (telden), sazsız (dilden), doğaçlama yoluyla, kalemle (yazarak) veya birkaç özelliği birden taşıyan geleneğe bağlı olarak şiir söyleyenlere "âşık", bu söyleme biçimine "âşıklık - âşıklama", âşıkları yönlendiren kurallar bütününe de "âşıklık geleneği" adı verilir."
Aşık Edebiyatı Nazım Şekilleri
Koşma
Âşık Edebiyatı'nın en sevilen ve en yaygın olarak kullanılan şiir biçimidir. Koşmalar genellikle lirik konularda söylenir.
Dörder mısralık bölümlerden oluşur. Dörtlük sayısı genelde üç ile beş arasında değişir. Altı dörtlükten oluşan koşmalar da vardır. 11'li hece ölçüsüyle (6+5 ya da 4+4+3 duraklı olarak) yazılır/söylenir. 4+3 ve 4+4 kalıbıyla söylenmiş koşmalar da vardır.
Sözlü Türk Edebiyatın'daki koşuk nazım şeklinin devamı niteliğindedir. Koşmalarda değişik kafiye örgüleri kullanılır. En yaygın kafiye örgüsü: abab cccb dddb cccb ... veya; aaab cccb dddb... veya; xaxa bbbc ccca ddda... şeklindedir. Son dörtlükte şairin adı veya mahlası geçer. Koşmalar konu yönünden Divan Edebiyatı'ndaki Gazel ve şarkı'ya benzer. Türk Edebiyatı'nın tanınmış koşma şairleri Karacoğlan, Bayburtlu Zihni, Aşık Ömer ve Erzurumlu Emrah'tır.
Genellikle saz eşliğinde, ezgiyle söylenen koşmalar, ezginin niteliğine göre "Acemi koşması, Ankara koşması, topal koşma, kesik kerem" gibi türlere ayrılır.
Aşk ve doğa konularının yanı sıra, ayrılık, özlem, yalnızlık, gurbet, sıla, ölüm gibi temaları işler.
Koşmalar konularına göre dört çeşittir:
a) Güzelleme: İnsan, hayvan ve tabiat güzelliklerinin anlatıldığı koşmalara denir. En ünlü şairi Karacaoğlan (17. yy) dır.
b) Koçaklama: Yiğitçe bir anlatımla söylenen, kahramanlık ve savaş konulu koşmalardır. Bu türün en başarılı sanatçıları Köroğlu (16. yy) ve Dadaloğlu (19.yy)'dur.
c) Taşlama: Toplumun ve insanların eksik yönlerinin ele alınarak, bunların eleştirildiği koşmalardır. Aynı konunun işlendiği şiirler Divan Edebiyatı'nda hiciv, Batı edebiyatında satir, çağdaş edebiyatta yergi olarak adlandırılır. Bu türün ünlü ozanı Seyrani (19. yy)'dir.
d) Ağıt: Ölüm ve doğal afetler üzerine özel bir ezgiyle söylenen koşmalardır. Ölüm konulu şiirlere Sözlü Türk Edebiyatı'nda Sagu, Divan Edebiyatı'nda Mersiye adı verilir.
Semai
Semai, "işitilerek öğrenilen şiir" demektir.
Âşık edebiyatının kimi yönlerden koşmaya benzeyen bir nazım biçimidir.
Semainin başlıca özellikleri şunlardır:
8'li hece ölçüsüyle söylenir. Koşma gibi 3-6 dörtlükten oluşur. Halk şiirinde aruzla söylenmiş semailer varsa da bunlar Divan şiirine özenen kimi ozanlar tarafından söylenmiştir.
Uyak düzeni koşmaya benzer. Koşmada işlenen temalar ve konular semaide de işlenir. Söyleyenleri bellidir.
Semainin de güzelleme, koçaklama, taşlama... gibi türleri vardır.
Genellikle aşk ve doğa konusu işlenir. Kafiye düzeni ve dörtlük sayısı bakımından Koşmaya benzer; fakat semailerde 8'li hece ölçüsü kullanılır. Ayrıca semailerin kendine özgü bir de ezgisi vardır. Karacoğlan'ın semaileri ünlüdür.
ÖRNEK SEMAİ: Karacaoğlan
ELİF
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elif'in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi bağrıma batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karac'oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklenmiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
Varsağı
Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Varsak boyu ozanlarınca söylenen şiirlere varsağı denilmiştir.
Çok yaygın olmayan bir nazım biçimidir, ölçüsü ve uyak düzeni semai gibidir. (8'li ölçü, abab / cccb / dddb...) özel bir ezgisi vardır.
Genellikle 3-5 dörtlükten oluşur. Dörtlük sayısı daha fazla da olabilir. Koşma ve semaide işlenen konu ve temalar varsağıda da işlenir. Müziğinde ve sözlerinde meydan okuyan, babacan, erkekçe, yiğitçe bir hava duyulur. Bu da dörtlüklerin içindeki "bre" "hey" "behey" gibi ünlemlerle sağlanır. Hayattan ve talihten şikayet üzerinde sık sık durulur. Bu türün en güzel örneklerini Karacaoğlan vermiştir.
ÖRNEK VARSAĞI: Karacaoğlan
VARSAĞI
Bre ağalar bre beyler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Dolmadan bir dem sürelim
Amen hey Allahım aman
Ne aman bilir ne zaman
Üstümüzde çayır çemen
Bitmeden bir dem sürelim
Bana felek derler felek
Ne aman bilir ne dilek
Âhir ömrümüze helâk
Etmeden bir dem sürelim
Karacaoğlan der cânân
Güzelim sözüme inan
Bu ayrılık bize heman
Ermeden bir dem sürelim
Destan
Âşık edebiyatındaki destanı, ulusların başından geçen kahramanlık olaylarını anlatan destan (epope) ile karıştırmamalıdır. Âşık edebiyatındaki destanlar, toplumu yakından ilgilendiren savaş, ayaklanma, eşkıyalık, kıtlık, deprem, yangın gibi olaylar; toplumsal yergiler; cimrilik, dalkavukluk, mirasyedilik... gibi gülünç hayat olayları üzerinde durur.
Destanların diğer özellikleri şunlardır:
-Duygusal öğelere hemen hiç yer verilmez.
-11'li ya da 8'li hece kalıbıyla söylenir. Dörtlüklerle oluşur.
-Uyak düzeni koşmaya benzer. Konusu ve uzunluğu bakımından koşmadan ayrılır.
-Halk şiirinin en uzun nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Dörtlük sayısı konunun özelliğine bağlıdır.
-Kendine özgü bir ezgisi vardır
-Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.
-Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi....gibi gruplandırabiliriz.
-Seyranî ve Âşık Ömer bu alanda ünlüdür. Kayıkçı Kul Mustafa'nın Genç Osman Destanı ''en ünlüsüdür''.
Aruz Ölçüsüyle Yazılan Halk Şiiri Nazım Biçimleri
Halk şiirinde aruz ölçüsüyle düzenlenmiş şiirler de vardır. Bunlar Divan edebiyatının Halk edebiyatına etkisiyle oluşmuştur. Halk edebiyatında özel bir adla anılan ve aruzla oluşturulan bu yoldaki nazım biçimleri şunlardır:
-Divan (Divani)
-Selis
-Semai (Hece ile yazılanların yanında aruzla yazılan semailer de vardır.)
-Kalenderi
-Satranç
-Vezn-i âhar
Divan (Divanî)
Aruz ölçeğinin "Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün" kalıbıyla düzenlenir. Ayaklı(yedekli) divan biçimi de vardır; divanın gazel biçiminde düzenlenmiş olanlarında her dizenin altına Fâilatün Fâilün parçasının eklenmesiyle oluşur.
Mehmet Fuat Köprülü, divanların hece ölçüsünün 8+8 kalıbına uyduğunu bildirmektedir. Divanlar ya gazel ya da murabba, muhammes, müseddes biçimlerinde olur. Musammat divanlarda vardır.
Dörtlüklerden oluşan divanların kafiye şeması şöyledir: aaba- ccca- ççça.
Bu şema, ilk dörtlüğün uyak durumuna göre değişebilir
Aaaa-bbba-ççça
Abab-cccb-çççb
Aaab-cccb-çççb
Divanın bir de ayaklı divan ya da yedekli divan adı verilen çeşidi var.
Selis
Halk edebiyatında aruz ölçüsü kullanılarak yazılan şiirlerdir. Genellikle 19'uncu yüzyıl aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazeldir. Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır.
Selis, aruzun " fe'ilâtün(fâilâtün) fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün" kalıbıyla yazılan gazellere denir. Murabba, muhammes, müseddes biçimiyle yazılmış selisler de vardır. Uyak düzeni, divan, semai ve kalenderi de olduğu gibidir.
Semai
Aruz ölçüsünün "Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün" kalıbıyla yazılır.Bunun da ayaklı(yedekli) biçimi vardır; semainin gazel biçimi ile düzenlenmiş olanlarında, her dizenin altına Mefâîlün Mefâîlün ya da Mefâîlün Feûlün parçasının eklenmesiyle oluşur.
Gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde yazılırlar. Uyak düzenleri, divan ve seliste olduğu gibidir. Semailer, hece ölçüsünün 8+8 kalıbına da uyarlar.
Semailer üç türlüdürler:
1. Gazel, murabba, muhammes, müseddes, biçiminde olanlar
2. Musammat semai: Aruzun aynı kalıbında olan, fakat her beyiti dört parçadan meydana gelen semailerdir.
3. Ayaklı(yedekli) semai
Kalenderî
Halk şairleri tarafından aruzun mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlü feûlün kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen şiire denir. Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz kalenderî, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitlere ayrılır. Kafiye düzeni divan ve semaî ile aynıdır. Bu tür şiirler 3+4+3+4 veya 7+7 şeklinde ondört heeceli iken, sonradan yerine aruz vezninin geçtiğini ileri sürenler vardır.
ÖRNEK KALENDERÎ: Tokatlı Nurî
KALENDERİ
İçtin mi a cânım yine mestâne durursun
Gamzen gibi âşıklara bîgâne durursun
Kimden söz işittin ki celâ hakkına dâir
Böyle güzelim hâtırı vîrâne durursun
Geç şâhım otur başımın üstünde yerin var
El bağlı efendim kime divâne durursun
Bir çift idiniz vuslat-ı devlette geçen gün
Nettin eşini ey peri bir dâne durursun
Sen al ile başımdan alıp aklımı şimdi
Ey rind-i felek-meşreb edibane durursun
Öldürmek ise Nûri kulun kasdına böyle
Çek hançeri öldür a paşam ne durursun
Satranç
Aruz ölçeğinin "Müfteilün Müfteilün Müfteilün Müfteilün" kalıbıyla ve musammat gazel biçimiyle düzenlenir.
Satranç, musammat beyitlerinden oluştuğu için her dize iki eşit parçaya bölünür ve iç uyak bulunur. İç uyaklarına göre uyak şeması şöyledir: abab-cccb- çççb.
Satranç hece ölçüsünün 8+8 kalıbına da uyar.
Vezn-i âher
Aruz ölçüsünün "Müstef'ilâtün Müstef'ilâtün Müstef'ilâtün Müstef'ilâtün" kalıbıyla düzenlenir.
Vezni aherde her dize, ilkle uyaklı, dört esit parçaya bölünmüştür. Bir bentteki dizelerin her parçası ayrı harfle gösterilirse, bendin şeması şöyle olur:
Abcç
Bcçd
Cçde
Çdef
Birkaç bentten oluşan bir vezn-i aherin uyaklarının genel şeması, divan, selis, semai ve kalenderinin aynıdır. Üçlüklerden kurulu vezn-i aherin genel uyak şeması ise şöyledir: Aab- ccb-ççb.
Âşık Edebiyatı'nın en sevilen ve en yaygın olarak kullanılan şiir biçimidir. Koşmalar genellikle lirik konularda söylenir.
Dörder mısralık bölümlerden oluşur. Dörtlük sayısı genelde üç ile beş arasında değişir. Altı dörtlükten oluşan koşmalar da vardır. 11'li hece ölçüsüyle (6+5 ya da 4+4+3 duraklı olarak) yazılır/söylenir. 4+3 ve 4+4 kalıbıyla söylenmiş koşmalar da vardır.
Sözlü Türk Edebiyatın'daki koşuk nazım şeklinin devamı niteliğindedir. Koşmalarda değişik kafiye örgüleri kullanılır. En yaygın kafiye örgüsü: abab cccb dddb cccb ... veya; aaab cccb dddb... veya; xaxa bbbc ccca ddda... şeklindedir. Son dörtlükte şairin adı veya mahlası geçer. Koşmalar konu yönünden Divan Edebiyatı'ndaki Gazel ve şarkı'ya benzer. Türk Edebiyatı'nın tanınmış koşma şairleri Karacoğlan, Bayburtlu Zihni, Aşık Ömer ve Erzurumlu Emrah'tır.
Genellikle saz eşliğinde, ezgiyle söylenen koşmalar, ezginin niteliğine göre "Acemi koşması, Ankara koşması, topal koşma, kesik kerem" gibi türlere ayrılır.
Aşk ve doğa konularının yanı sıra, ayrılık, özlem, yalnızlık, gurbet, sıla, ölüm gibi temaları işler.
Koşmalar konularına göre dört çeşittir:
a) Güzelleme: İnsan, hayvan ve tabiat güzelliklerinin anlatıldığı koşmalara denir. En ünlü şairi Karacaoğlan (17. yy) dır.
b) Koçaklama: Yiğitçe bir anlatımla söylenen, kahramanlık ve savaş konulu koşmalardır. Bu türün en başarılı sanatçıları Köroğlu (16. yy) ve Dadaloğlu (19.yy)'dur.
c) Taşlama: Toplumun ve insanların eksik yönlerinin ele alınarak, bunların eleştirildiği koşmalardır. Aynı konunun işlendiği şiirler Divan Edebiyatı'nda hiciv, Batı edebiyatında satir, çağdaş edebiyatta yergi olarak adlandırılır. Bu türün ünlü ozanı Seyrani (19. yy)'dir.
d) Ağıt: Ölüm ve doğal afetler üzerine özel bir ezgiyle söylenen koşmalardır. Ölüm konulu şiirlere Sözlü Türk Edebiyatı'nda Sagu, Divan Edebiyatı'nda Mersiye adı verilir.
Semai
Semai, "işitilerek öğrenilen şiir" demektir.
Âşık edebiyatının kimi yönlerden koşmaya benzeyen bir nazım biçimidir.
Semainin başlıca özellikleri şunlardır:
8'li hece ölçüsüyle söylenir. Koşma gibi 3-6 dörtlükten oluşur. Halk şiirinde aruzla söylenmiş semailer varsa da bunlar Divan şiirine özenen kimi ozanlar tarafından söylenmiştir.
Uyak düzeni koşmaya benzer. Koşmada işlenen temalar ve konular semaide de işlenir. Söyleyenleri bellidir.
Semainin de güzelleme, koçaklama, taşlama... gibi türleri vardır.
Genellikle aşk ve doğa konusu işlenir. Kafiye düzeni ve dörtlük sayısı bakımından Koşmaya benzer; fakat semailerde 8'li hece ölçüsü kullanılır. Ayrıca semailerin kendine özgü bir de ezgisi vardır. Karacoğlan'ın semaileri ünlüdür.
ÖRNEK SEMAİ: Karacaoğlan
ELİF
İncecikten bir kar yağar
Tozar Elif Elif diye
Deli gönül abdal olmuş
Gezer Elif Elif diye
Elif'in uğru nakışlı
Yavru balaban bakışlı
Yayla çiçeği kokuşlu
Kokar Elif Elif diye
Elif kaşlarını çatar
Gamzesi bağrıma batar
Ak elleri kalem tutar
Yazar Elif Elif diye
Evlerinin önü çardak
Elif'in elinde bardak
Sanki yeşil başlı ördek
Yüzer Elif Elif diye
Karac'oğlan eğmelerin
Gönül sevmez değmelerin
İliklenmiş düğmelerin
Çözer Elif Elif diye
Varsağı
Güneydoğu Anadolu'da yaşayan Varsak boyu ozanlarınca söylenen şiirlere varsağı denilmiştir.
Çok yaygın olmayan bir nazım biçimidir, ölçüsü ve uyak düzeni semai gibidir. (8'li ölçü, abab / cccb / dddb...) özel bir ezgisi vardır.
Genellikle 3-5 dörtlükten oluşur. Dörtlük sayısı daha fazla da olabilir. Koşma ve semaide işlenen konu ve temalar varsağıda da işlenir. Müziğinde ve sözlerinde meydan okuyan, babacan, erkekçe, yiğitçe bir hava duyulur. Bu da dörtlüklerin içindeki "bre" "hey" "behey" gibi ünlemlerle sağlanır. Hayattan ve talihten şikayet üzerinde sık sık durulur. Bu türün en güzel örneklerini Karacaoğlan vermiştir.
ÖRNEK VARSAĞI: Karacaoğlan
VARSAĞI
Bre ağalar bre beyler
Ölmeden bir dem sürelim
Gözümüze kara toprak
Dolmadan bir dem sürelim
Amen hey Allahım aman
Ne aman bilir ne zaman
Üstümüzde çayır çemen
Bitmeden bir dem sürelim
Bana felek derler felek
Ne aman bilir ne dilek
Âhir ömrümüze helâk
Etmeden bir dem sürelim
Karacaoğlan der cânân
Güzelim sözüme inan
Bu ayrılık bize heman
Ermeden bir dem sürelim
Destan
Âşık edebiyatındaki destanı, ulusların başından geçen kahramanlık olaylarını anlatan destan (epope) ile karıştırmamalıdır. Âşık edebiyatındaki destanlar, toplumu yakından ilgilendiren savaş, ayaklanma, eşkıyalık, kıtlık, deprem, yangın gibi olaylar; toplumsal yergiler; cimrilik, dalkavukluk, mirasyedilik... gibi gülünç hayat olayları üzerinde durur.
Destanların diğer özellikleri şunlardır:
-Duygusal öğelere hemen hiç yer verilmez.
-11'li ya da 8'li hece kalıbıyla söylenir. Dörtlüklerle oluşur.
-Uyak düzeni koşmaya benzer. Konusu ve uzunluğu bakımından koşmadan ayrılır.
-Halk şiirinin en uzun nazım biçimidir. Kimi destanlarda dörtlük sayısı yüzden fazladır. Dörtlük sayısı konunun özelliğine bağlıdır.
-Kendine özgü bir ezgisi vardır
-Destanın son dörtlüğünde şair mahlasını söyler.
-Konuları bakımından destanları savaş, yangın, deprem, salgın hastalık, ünlü kişilerin yaşamları, mizahi....gibi gruplandırabiliriz.
-Seyranî ve Âşık Ömer bu alanda ünlüdür. Kayıkçı Kul Mustafa'nın Genç Osman Destanı ''en ünlüsüdür''.
Aruz Ölçüsüyle Yazılan Halk Şiiri Nazım Biçimleri
Halk şiirinde aruz ölçüsüyle düzenlenmiş şiirler de vardır. Bunlar Divan edebiyatının Halk edebiyatına etkisiyle oluşmuştur. Halk edebiyatında özel bir adla anılan ve aruzla oluşturulan bu yoldaki nazım biçimleri şunlardır:
-Divan (Divani)
-Selis
-Semai (Hece ile yazılanların yanında aruzla yazılan semailer de vardır.)
-Kalenderi
-Satranç
-Vezn-i âhar
Divan (Divanî)
Aruz ölçeğinin "Fâilâtün Fâilâtün Fâilâtün Fâilün" kalıbıyla düzenlenir. Ayaklı(yedekli) divan biçimi de vardır; divanın gazel biçiminde düzenlenmiş olanlarında her dizenin altına Fâilatün Fâilün parçasının eklenmesiyle oluşur.
Mehmet Fuat Köprülü, divanların hece ölçüsünün 8+8 kalıbına uyduğunu bildirmektedir. Divanlar ya gazel ya da murabba, muhammes, müseddes biçimlerinde olur. Musammat divanlarda vardır.
Dörtlüklerden oluşan divanların kafiye şeması şöyledir: aaba- ccca- ççça.
Bu şema, ilk dörtlüğün uyak durumuna göre değişebilir
Aaaa-bbba-ççça
Abab-cccb-çççb
Aaab-cccb-çççb
Divanın bir de ayaklı divan ya da yedekli divan adı verilen çeşidi var.
Selis
Halk edebiyatında aruz ölçüsü kullanılarak yazılan şiirlerdir. Genellikle 19'uncu yüzyıl aşıkları tarafından kullanılan selisin en fazla yazılan tipi gazeldir. Hece ölçüsünün on beşli kalıbına da uyan selislerin en belirgin özellikleri farklı bir ezgiye sahip olmalıdır.
Selis, aruzun " fe'ilâtün(fâilâtün) fe'ilâtün fe'ilâtün fe'ilün" kalıbıyla yazılan gazellere denir. Murabba, muhammes, müseddes biçimiyle yazılmış selisler de vardır. Uyak düzeni, divan, semai ve kalenderi de olduğu gibidir.
Semai
Aruz ölçüsünün "Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün Mefâîlün" kalıbıyla yazılır.Bunun da ayaklı(yedekli) biçimi vardır; semainin gazel biçimi ile düzenlenmiş olanlarında, her dizenin altına Mefâîlün Mefâîlün ya da Mefâîlün Feûlün parçasının eklenmesiyle oluşur.
Gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde yazılırlar. Uyak düzenleri, divan ve seliste olduğu gibidir. Semailer, hece ölçüsünün 8+8 kalıbına da uyarlar.
Semailer üç türlüdürler:
1. Gazel, murabba, muhammes, müseddes, biçiminde olanlar
2. Musammat semai: Aruzun aynı kalıbında olan, fakat her beyiti dört parçadan meydana gelen semailerdir.
3. Ayaklı(yedekli) semai
Kalenderî
Halk şairleri tarafından aruzun mef'ûlü mefâ'îlü mefâ'îlü feûlün kalıbıyla gazel, murabba, muhammes, müseddes biçiminde söylenen şiire denir. Özel bir ezgiyle okunur. Ezgisi bakımından düz kalenderî, Acem kalenderisi, Emrah kalenderisi gibi çeşitlere ayrılır. Kafiye düzeni divan ve semaî ile aynıdır. Bu tür şiirler 3+4+3+4 veya 7+7 şeklinde ondört heeceli iken, sonradan yerine aruz vezninin geçtiğini ileri sürenler vardır.
ÖRNEK KALENDERÎ: Tokatlı Nurî
KALENDERİ
İçtin mi a cânım yine mestâne durursun
Gamzen gibi âşıklara bîgâne durursun
Kimden söz işittin ki celâ hakkına dâir
Böyle güzelim hâtırı vîrâne durursun
Geç şâhım otur başımın üstünde yerin var
El bağlı efendim kime divâne durursun
Bir çift idiniz vuslat-ı devlette geçen gün
Nettin eşini ey peri bir dâne durursun
Sen al ile başımdan alıp aklımı şimdi
Ey rind-i felek-meşreb edibane durursun
Öldürmek ise Nûri kulun kasdına böyle
Çek hançeri öldür a paşam ne durursun
Satranç
Aruz ölçeğinin "Müfteilün Müfteilün Müfteilün Müfteilün" kalıbıyla ve musammat gazel biçimiyle düzenlenir.
Satranç, musammat beyitlerinden oluştuğu için her dize iki eşit parçaya bölünür ve iç uyak bulunur. İç uyaklarına göre uyak şeması şöyledir: abab-cccb- çççb.
Satranç hece ölçüsünün 8+8 kalıbına da uyar.
Vezn-i âher
Aruz ölçüsünün "Müstef'ilâtün Müstef'ilâtün Müstef'ilâtün Müstef'ilâtün" kalıbıyla düzenlenir.
Vezni aherde her dize, ilkle uyaklı, dört esit parçaya bölünmüştür. Bir bentteki dizelerin her parçası ayrı harfle gösterilirse, bendin şeması şöyle olur:
Abcç
Bcçd
Cçde
Çdef
Birkaç bentten oluşan bir vezn-i aherin uyaklarının genel şeması, divan, selis, semai ve kalenderinin aynıdır. Üçlüklerden kurulu vezn-i aherin genel uyak şeması ise şöyledir: Aab- ccb-ççb.
Aşık Edebiyatı
Âşık edebiyatının kaynağı, İslamiyet'in kabulünden önceki Sözlü Edebiyat'tır. 15. yy'dan sonra gelişerek günümüze kadar ulaşmıştır.
Şiirini, aşk, doğa, kahramanlık gibi konularda, sazıyla birlikte söyleyen şairlere İslâm'dan önce "ozan", "baksı", "kam" "oyun" denilirken, İslâm'ın kabulünden sonra "âşık" ya da "saz şairi" denmiştir.
Bu âşıkların oluşturduğu edebiyata da "âşık tarzı Türk edebiyatı" denir.
Âşık edebiyatı şiirden ibarettir. Bu şiir din dışı bir şiirdir; âşık da denilen şairlerin kopuz, bağlama, cura, tambura eşliğinde söyledikleri sözlü-besteli edebiyat türüdür.
Usta-çırak ilişkisiyle yetiştirilen aşıkların çoğu okuma yazma bilmeyen ancak saz çalma ve şiir söyleme yeteneği olan kişilerdir. Âşıklar, saz şairliğini usta âşıkların yanında öğrenir, sonra onlardan mahlâs alarak diyar diyar gezmeye, ellerinde saz şiirler söylemeye başlarlar.
Gelişme alanları arasında kahvehaneler, asker ocakları, kervansaraylar, bozahaneler, tekkeler, konaklar vardır.
Âşık, bilgi, duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir. Aşık şiiri diğer halk edebiyatı ürünleri gibi sözlü edebiyat ürünüdür. 15.yy'dan itibaren yazıya geçirilmeye başlanmıştır.İlk olarak okuma yazma bilen kişilerce derlenerek 'cönk' adı verilen defterlere yazılmıştır âşık şiirleri. Böylece şiirlerin zamanla unutulup kaybolması engellenmiştir. Aşıklık geleneği Anadolu coğrafyasında bugün de canlı olarak yaşatılmaktadır.
Âşık Edebiyatı Özellikleri:
1)Aşık veya ozan denilen kişilerin, saz eşliğinde söyledikleri şiirlerden oluşur.
2) Genelde sözlü olmasına rağmen şairler, şiirlerini "cönk" dedikleri defterlerde toplamışlardır.
3) Şairler, sazlarını omuzlarına alarak köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmışlardır.
4) Şiirlerde anlatım içten, canlı ve yalındır.
5) Şairler, halkın içinden çıktığından halk dilini kullanmışlardır. Bu sade dil 18. ve 19. yüzyıllarda bazı şairler tarafından Divan Edebiyatı'nın etkisinde kalmasıyla eski arılığını kaybetmiştir.
6) Nazım birimi dörtlüktür.
7) Koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
8) Hece ölçüsünün 7'li, 8'li ve 11'li kalıplarına ağırlık verilmiştir.
9) Aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, ölüm, özlem, kıskançlık, yiğitlik, toplumun sorunları, insan davranışları, bunlarla ilgili eleştiriler konu olarak işlenmiştir.
10) Şiirlerin son dörtlüğünde şairin adı veya mahlası geçer.
11) Göz kafiyesi anlayışı yerine, kulak kafiyesine ağırlık verilmiştir. Yani kafiye için aynı sesin kullanılmasına gerek yoktur. Buna göre p/b , ç/ş, t/d, l/ n gibi seslerle de kafiye yapılmıştır.
12) Genellikle yarım ve cinaslı kafiye kullanılmıştır.
13) Benzetme (teşbih) ve kişileştirme (teşhis) dışında edebi sanatlara fazla yer verilmemiştir.
14) Bazı ürünlerde yöresel özellikler görülür.
15) Şiirler genellikle hazırlık olmaksızın irticalen yani içe doğduğu gibi söylenir.
16) Divan Edebiyatı'nda görülün kalıplaşmış benzetmeler (mazmun) Halk Edebiyatı'nda da vardır. Buna göre sevgili anlatılırken yeşil başlı ördek, inci diş, elma yanak, badem göz, kiraz dudak, keman kaş, sırma saç, selvi boy gibi benzetmeler kullanılmıştır.
17) Divan Edebiyatı daha çok düşünceye önem verdiği için soyut bir edebiyattır. Halk Edebiyatı'nda ise şair gördüğünü, yaşadığını anlatır. Bu nedenle Aşık Edebiyatı, somut bir edebiyattır. Ayrıca Divan Edebiyatı'nda sevgilinin tipi çizilir, adı söylenmez. Halk Edebiyatı'nda ise sevgilinin adı (Elif, Ayşe...) vardır.
18) Şiirler, işlenen konulara göre "koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt" gibi adlar alır.
19) Aşık Edebiyatı hayali olaylardan çok, gerçekçiliğin ön plana çıktığı bir edebiyattır.
Âşık Edebiyatı'nın yüzyıllara göre en önemli temsilcileri şunlardır:
16. yüzyıl: Köroğlu, Kul Mehmet, Aşık Garip, Aşık Kerem
17.yüzyıl: Karacaoğlan, Kayıkçı Kul Mustafa, Aşık Ömer, Kuloğlu, Ercişli Emrah
18.yüzyıl: Gevheri
19.yüzyıl: Dertli, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Seyrani, Ruhsati
20.yüzyıl: Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Reyhanî, Âşık Şeref Taşlıova.
NOT: 19. yüzyıl halk şairlerinden Dadaloğlu, Divan şiirinden etkilenmemiş, böylece aynı yüzyıldaki halk şairlerinden ayrı yol izlemiştir.
Şiirini, aşk, doğa, kahramanlık gibi konularda, sazıyla birlikte söyleyen şairlere İslâm'dan önce "ozan", "baksı", "kam" "oyun" denilirken, İslâm'ın kabulünden sonra "âşık" ya da "saz şairi" denmiştir.
Bu âşıkların oluşturduğu edebiyata da "âşık tarzı Türk edebiyatı" denir.
Âşık edebiyatı şiirden ibarettir. Bu şiir din dışı bir şiirdir; âşık da denilen şairlerin kopuz, bağlama, cura, tambura eşliğinde söyledikleri sözlü-besteli edebiyat türüdür.
Usta-çırak ilişkisiyle yetiştirilen aşıkların çoğu okuma yazma bilmeyen ancak saz çalma ve şiir söyleme yeteneği olan kişilerdir. Âşıklar, saz şairliğini usta âşıkların yanında öğrenir, sonra onlardan mahlâs alarak diyar diyar gezmeye, ellerinde saz şiirler söylemeye başlarlar.
Gelişme alanları arasında kahvehaneler, asker ocakları, kervansaraylar, bozahaneler, tekkeler, konaklar vardır.
Âşık, bilgi, duygu ve becerisini yaptığı atışmalarda gösterir. Aşık şiiri diğer halk edebiyatı ürünleri gibi sözlü edebiyat ürünüdür. 15.yy'dan itibaren yazıya geçirilmeye başlanmıştır.İlk olarak okuma yazma bilen kişilerce derlenerek 'cönk' adı verilen defterlere yazılmıştır âşık şiirleri. Böylece şiirlerin zamanla unutulup kaybolması engellenmiştir. Aşıklık geleneği Anadolu coğrafyasında bugün de canlı olarak yaşatılmaktadır.
Âşık Edebiyatı Özellikleri:
1)Aşık veya ozan denilen kişilerin, saz eşliğinde söyledikleri şiirlerden oluşur.
2) Genelde sözlü olmasına rağmen şairler, şiirlerini "cönk" dedikleri defterlerde toplamışlardır.
3) Şairler, sazlarını omuzlarına alarak köy köy, kasaba kasaba, şehir şehir dolaşmışlardır.
4) Şiirlerde anlatım içten, canlı ve yalındır.
5) Şairler, halkın içinden çıktığından halk dilini kullanmışlardır. Bu sade dil 18. ve 19. yüzyıllarda bazı şairler tarafından Divan Edebiyatı'nın etkisinde kalmasıyla eski arılığını kaybetmiştir.
6) Nazım birimi dörtlüktür.
7) Koşma, semai, destan, varsağı gibi nazım şekilleri kullanılmıştır.
8) Hece ölçüsünün 7'li, 8'li ve 11'li kalıplarına ağırlık verilmiştir.
9) Aşk, tabiat, gurbet, ayrılık, ölüm, özlem, kıskançlık, yiğitlik, toplumun sorunları, insan davranışları, bunlarla ilgili eleştiriler konu olarak işlenmiştir.
10) Şiirlerin son dörtlüğünde şairin adı veya mahlası geçer.
11) Göz kafiyesi anlayışı yerine, kulak kafiyesine ağırlık verilmiştir. Yani kafiye için aynı sesin kullanılmasına gerek yoktur. Buna göre p/b , ç/ş, t/d, l/ n gibi seslerle de kafiye yapılmıştır.
12) Genellikle yarım ve cinaslı kafiye kullanılmıştır.
13) Benzetme (teşbih) ve kişileştirme (teşhis) dışında edebi sanatlara fazla yer verilmemiştir.
14) Bazı ürünlerde yöresel özellikler görülür.
15) Şiirler genellikle hazırlık olmaksızın irticalen yani içe doğduğu gibi söylenir.
16) Divan Edebiyatı'nda görülün kalıplaşmış benzetmeler (mazmun) Halk Edebiyatı'nda da vardır. Buna göre sevgili anlatılırken yeşil başlı ördek, inci diş, elma yanak, badem göz, kiraz dudak, keman kaş, sırma saç, selvi boy gibi benzetmeler kullanılmıştır.
17) Divan Edebiyatı daha çok düşünceye önem verdiği için soyut bir edebiyattır. Halk Edebiyatı'nda ise şair gördüğünü, yaşadığını anlatır. Bu nedenle Aşık Edebiyatı, somut bir edebiyattır. Ayrıca Divan Edebiyatı'nda sevgilinin tipi çizilir, adı söylenmez. Halk Edebiyatı'nda ise sevgilinin adı (Elif, Ayşe...) vardır.
18) Şiirler, işlenen konulara göre "koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt" gibi adlar alır.
19) Aşık Edebiyatı hayali olaylardan çok, gerçekçiliğin ön plana çıktığı bir edebiyattır.
Âşık Edebiyatı'nın yüzyıllara göre en önemli temsilcileri şunlardır:
16. yüzyıl: Köroğlu, Kul Mehmet, Aşık Garip, Aşık Kerem
17.yüzyıl: Karacaoğlan, Kayıkçı Kul Mustafa, Aşık Ömer, Kuloğlu, Ercişli Emrah
18.yüzyıl: Gevheri
19.yüzyıl: Dertli, Dadaloğlu, Erzurumlu Emrah, Bayburtlu Zihni, Seyrani, Ruhsati
20.yüzyıl: Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet, Âşık Murat Çobanoğlu, Âşık Reyhanî, Âşık Şeref Taşlıova.
NOT: 19. yüzyıl halk şairlerinden Dadaloğlu, Divan şiirinden etkilenmemiş, böylece aynı yüzyıldaki halk şairlerinden ayrı yol izlemiştir.
Ağlar Baba
Ağlar Baba 1880 yılında Bayburt'un Oruçbeyli (Siptoros) köyünde dünyâya gelmiştir. Asıl adı İrşâdî'dir. Babasın adı Ahmet Küşâdî, annesinin adı Ümmü Gülsüm'dür. Soy kütüğü İnsanlığın İftihar Tablosu son elçi Peygamber Efendimize (s.a.v.) dayanmaktadır.
Dedesinin adı da İrşâdî olduğu içün, dedesine Büyük İrşâdî, kendi ise dedesinden sonra madde âlemine geldiğinden kendisine Küçük İrşâdî denmektedir.
Dedesi Büyük İrşâdî Baba Hazretlerini görmemiş yalnız dedesi gibi, Üveysî babından içeri girdiğinden dedesi tarafından manen irşâd olmuştur. Dedesinden feyz-yâb olan Ağlar Baba hazretlerinin mana âlemindeki diğer mürşidi dedesini de etkileyen Erzincânlı Vehbi Hayyatî (Terzi Baba) Hazretleri'dir. Bunu bir çok şiirinde görmek mümkündür.
Dünyânın gavsıymış ol Vehbî Hayyât
Ol sultanı sana hem mürşîd etmiş
Yine başka bir şiirinde şöyle demektedir:
İki tek mürşidi dîl gözüm gördü
Vehbi Hayyatî'de dersimi verdi
Ağlar Baba günün hemen hemen birkaç saati dışında bütün zamanını ibâdetle geçirmiştir. Mahdûmu Ahmet Baba Hazretleri'nin anlattıklarına göre Ağlar Baba'nın zâhirde herhangi bir mürşidi yoktur. Yattığında bütün vücûdu ile tevhid çekmeye başladığını ve 13 yıl sürekli ağladığını yine Ahmet Baba Hazretleri söylemektedir. Yine bir şiirinde "Aşk-ı Rabbânî'ye düşer göz yaşı döken kişi" demektedir.
Ağlar Baba iki kez evlenmiş olup ilk hanımının ismi Sakine ikincisinin ise Suna'dır.
İçindeki öteler buudlu aşk ve bu aşkın gözyaşlarında tecellisi ile Ağlar Baba olarak anılagelmiştir. Şair, şiirlerinde de bu mahlası kullanmaktadır.
Ağlar Baba dünyada iken dünya namına her şeyin künhüne ermenin çok ötesinde, öteler ötesinin daha da ötesine sözcüklere sığdırılamayacak sırlara vakıf olmuştur. O Bayburt'un az bulunur manevî dinamiklerinden biri olarak sırrın tarihine damgasını vurmuş, her gönülde yer edinmiştir.
Ağlar Baba dedesi İrşâdî Baba'nın yarıda bıraktığı Kısas-ül Enbiyâ (Peygamberlerin Kıssaları) isimli eseri tamâmlamıştır. Miftâh-ul Kulûb, İnna Enzelna Sûresinin Tefsîri diğer eserleridir.
Ağlar Baba'nın şiirlerinin bir araya getirildiği çeşitli kitaplar bulunmakla beraber, bazı şiirleri de dergilerde yayınlanmıştır.
Şiirlerinde İrşâdî, Ağlar Baba, Ağlar Gülmez ve Bâkî mâhlaslarını kullanmıştır.
Ağlar Baba'nın şiirlerinde tasavvufî coşku had safhayı çoktan aşmış, dünyaüstü bir derinliğe ulaşmıştır. Onun her şiiri bir irşâd soluğu niteliğindedir. Devrinin samimi söyleyiş tarzına sahip şairlerindendir.
Ağlar Baba'nın şiirleri âyetlerle iç içedir. Bir çok şiirindeki esin âyetlerle süslenmekte ve daha bir etkileyicilik kazanmaktadır.
Şiirlerinde bütün bir İslâmî kültür bulunmakla beraber, acziyet ve mahviyet onu ziyâdesiyle etkileyen bir temadır. "Seyrettim âlemin nokta harfini" dizesiyle başlayan şiiri bunu açıkça göstermektedir.
O içindeki sonsuz aşkı ve gücü bütün her şeyi yaratan yüce Allah'tan almıştır. O'nun nûrunda yok olmuş ve onun nûrunda hayat bulmuştur. Bütün varlığını ve öz kul oluşunu o sürekli ağlaması ve cezbesi ile O'na borçludur. O'na teslim olmuş, O'nun aşkıyla yanmıştır. Her zaman O'nda olmak istemiş ve O'nda bulunmak uğruna, hep onda yaşamak adına her türlü meşakkate râzı olduğunu " Tek bulayım Mevlâ'm seni" şiirinde dile getirmiştir.
Gönül eri bu yüce şair ve Allah dostu 13 Temmuz1958 tarihinde bir kuşluk vakti dâr-ı bekaya irtihal etmiştir. Kabr-i şerifi Oruçbeyli köyünde dedesinin kabr-i şerifi yanındadır.
OĞLU SEYYİD AHMET BABA HAZRETLERİ'NİN DİLİNDEN SEYYİD AĞLAR BABA HAZRETLERİ'NİN KISACA HAYATI
Dedemiz İrşâdî Baba Kısas-ül Enbiyâ'yı yazarken Yusuf (as)'un kıssasını yarıya kadar yazmış yarıdan sonra daha yazmamış. Oğlu Ahmet Küşâdî Baba babası büyük İrşâdî Baba'ya: " Baba niye Kısas-ül Enbiyâ'yı yazmıyorsun." diye sorar. İrşâdî Baba, oğlu Ahmet Küşâdî Baba'ya" Bize buraya kadar yazmamız mü'sade edildi. Bundan sonrasını torunlarımdan gelip tamâmlayacaklar" cevabını verir.
İrşâdî Baba'nın vefatından sonra Ağlar Baba'nın nüfus kaydı olan ismi İrşâdî Baba ismini babası Ahmet Küşâdî Baba koymuştur. Ağlar Baba on beş yaşlarında irâdesiz on beş gün devâmlı ağlamış, annesi bu ağlamasından korkmuş bunun üzerine Ahmet Küşâdî Baba : "Korkma babam İrşâdî Baba'nın hâli bu İrşâdî 'ye gelecek. Ağlaması onun için bir belirtidir." demiştir.
Babam Ağlar Baba, Birinci Cihân Harbinde bir süre muhacir yaşayan seferberlikten dönüp geldikten sonra biz çok küçük yaştaydık. Ağlar Baba'yı ağlama aldı. On üç sene boyunca başını yastığa koytuğunda uykuda cehrî tevhid çekerdi. Biz korkar uyanırdık.
Yakın köyümüz olan Tomlacık köyünde tasavvuf ehli Beşir Hocaefendi vardı. Bu Hocaefendi vâlidemize Suna bacı bu Ağlar Baba uykuda cehrî zikir çektiği zaman, sen hemen sesle uyarıver. Eğer uyku başında kalkar kapıya çıkarsa meczûp hâline geçer, derecesi yüksek olur. Fakat eser yazamaz. Ağlar baba uykuda cehrî tevhide başladı mı vâlidemiz "efendi efendi" diye sesler, uyarırdı. Ağlar Baba yattığımız evden odasına girer, yüzü kıbleye karşı sağ tarafında bulunan sandık üzerine sağ kolunu kor orada uyurdu. On üç sene sonra bu ağlama hâli azaldı. En çok Kur'an okutturur ağlardı. Alîm olduğu için âyet-i celîlelerin meâlini biliyordu.
Ufuk genişliği ve görüşleri Said-i Nûrsî doğrultusunda idi. Şâhit olduğumuz hâlleri devlete, millete, bilhâssa orduya çok büyük duâlar etmesiydi. Ziyâretçilere şefkatli davranırdı. Misâfir gelene ve askere çok saygı gösterir, ağlardı. Bu misâfirler gittikten sonra yine ağlardı ve derdi ki: "Allah (c.c.)'a hamd olsun ki bu me'mûrların yaşantılarında noksanlık olsa bile îmânları var ki bize kadar geliyorlar. Allah (c.c.) korusun memlekette hürriyet olmasa da düşman askeri bizim odaya gelse ayağı kalksam iltifât etsem mes'ul olurum. İltifât etmezsem eza ve ceza ederler."
KERÂMET VE VUKUFİYETLERİ
Erzincân'ın birinci depreminden (galibâ 1939'da olacak) on beş gün evvel sevenlerindenn Güçlü köyünden Âlîşân efendi misâfirimiz olmuştu. Sabah namazında Ağlar Baba Âlîşân efendiye: "Ben câmiye namaz kıldırmaya gidiyorum. Sen bugün câmiye gelme , burada namazını kıl, dikkat et bakalım bir vukufiyet olur mu." Âlîşân Efendi huzûrda iken gözü bir an dalıyor. Görüyor ki Erzincân'ı kıbleden gelen bir sel tahrîp etti, yıktı. Bayburt tarafına geçecekti; Ağlar Baba yüzü kıbleye karşı yanında birkaç tâne asker var, Allah' a ilticâ etti. Hâlice o sel Bayburt tarafına geçmedi. Ağlar Baba câmiiden dönüp geldikten sonra Âlîşân efendiye sorar: Âlîşân efendi bir zuhûrât görebildin mi? Âlîşân efendi yukarda gördüğü durumu aktarır. Ağlar Baba Âlîşân efendiye der ki: "Allah bilir amma Erzincân gidecek. On beş gün sonra Erzincân birinci depremi oldu. Depremden sonra komşularımız dışarıda yatarlardı. Baba efendi buyururdu: "Allah bilir amma yakın günlerde deprem olmayacak."
CUMHÛRİYETE BAKIŞ AÇISI
1947'de Oruçbeyli köyüne okul yapıldı. Gümüşhâne'den Mehmet Dağdeviren isminde bir öğretmen geldi. Vatandaş çocuklarını okula göndermiyor dedi. Bize "Ahmet" diye hitâp ederek yanına çağırdı. Ağabeyiniz Necâti'yi sesle dedi. Ağabeyim Necâti'yi sesledim. Gümüşhâne'den öğretmen gelmiş git onu da sesle. Gittim öğretmeni de sesledim. Baba efendi öğretmene: "Necâti'yi size katıyorum. Ağabeyimize hitâp ederek: "Necâti ev ev dolaşacaksınız. Komşularımıza selâmlarımı söyleyeceksin çocuklarını mutlaka okula göndersinler. Bilenle bilmeyen bir olmaz. Okur yazarlık çok faydalıdır," dedi. Öğretmene de hoca siz de şefkatli davranın. Bu yeni Türkçe yazının içerisinde Kur'an hurûfâtı olsaydı mânen de çocuklar İslâmî nasîplerini alırlardı. Siz okutun Mevlâ inşâallah o kapıları da açtırır."
ASKERE KARŞI ÇOK SAYGILIYDI
Köyümüzden ve yakın köylerden biri askere gitmek istediğinde babamı görmeye gelirlerdi. Onların gözlerini öper onlara derdi ki: "Çok sâdık davranın. Askerlik ocağı Hz. Muhammed'in (s.a.v.) kurduğu ordudur." Askere giden bu kardeşlerimize o günün parasıyla bir lira verirdi. Bunu kesenize koyacaksınız. Orduya sâdık çalışıp aslâ bir şeyine tenezzül etmeyeceksiniz. Yakın köyümüz olan Çayıryolu köyünden Ethem Akkoyunlu isminde bir talebesi vardı. Aşağıda babamla Ethem efendi arasında geçen olayı, Ethem Efendi'nin oğlu Câbir Akkoyunlu'dan dinledim. Cabir Akkoyunlu anlatıyor : " Babam Ethem, Ağlar Baba'nın ziyâretine birkaç komşu ile beraber gitmişler. Ağlar Baba bunları yola korken 'Ethem efendi geri kalsın, siz gidin o da gelir yetişir.' demiş. 'Ethem efendi, bu giydiğin yelek askeri elbise beyt-ül mâl-ı müslimînin mâlıdır. Bununla kıldığın namaz kabul olmaz.' Câbir Akkoyunlu devamla şunu söyledi. "Babam geldi o yeleği çıkardı."
1952'de rahmetli Menderes'in başbakan olduğu zaman ağustos ayında ihtiyât asker toplama emri geldi. Bizim birâder Selim'de askere gidecekti. Bayburt'ta tanıdık eşrâftan Bekir Kol bize dedi ki "şu'be binbaşısı Ensar Bey'le görüştüm. O askerlik devresi iki ay kadar olacakmış. Bir tatbîkât mahiyetindeymiş. Ağlar Baba'ya selâmımı söyle de kardeşin Selim askere gitmesin." Geldim evde Ağlar Baba'ya Bekir Efendi'nin söylediklerini aktardım. Aslâ olmaz dedi. Orası asker ocağı Hazreti Muhammed (sav)'in ocağıdır. Ağustos ayıydı mevsim devri sabahtan öküz arabalarını koştum gittim ekin getireyim diye. Arkam sonra baktım ki tarlaya bir atlı akrabamızın çocuğunu göndermiş. Gelen çocuk söyledi ki beni Ağlar Baba gönderdi, arabaları yüklemeden hemen köye gelecek, gelmez ise evlâtlıktan reddederim. Eve geldiğimde Ağlar Baba: "Ahmet sen ne yapıyorsun, hiç askerlikten kaçma olur mu" diyor ve ağlıyordu.
Gelen misâfirlerimize orduya hükûmete çok saygılı olmalarını ve çocuklarını okutmalarını tavsiye ederdi. ve "kaç çocuğun var" sorusuna "beş veya on" diye karşılık verenler olurdu. "Okuttun mu bu çocuklarını" diye sorardı. Misâfirler: "Baba Efendi okuttum, öğretmen olanlar da oldu." "Çok iyi" derdi; "okumaları çok faydalı."
Ol Güzel Yare
Ne yapayım gönül senin elinden
Niye düşüyorsun ah ile zare
Ben de kınamanam seni ey gönül
Sen aşık olmuşsun ol güzel yare
Sennen bu aşkın yoluna düştük
Ol yar bahçesinde ne nişan gördük
Şeyda bülbül gibi yanuben solduk
Sen aşık olmuşsun ol güzel yare
Bu aşık evvel sere gelmiş
Ezeli ervahta yarini görmüş
Ol zaman bu ruhum hem aşık olmuş
Ruh aşık olmuştur ol güzel yare
Bunun aslı nedir dinleyin beni
Ecdadımın vardır bir mihrap yeri
Ol mihrabın rükni istedi beni
Gece aşık oldum ol güzel yare
Rüyamda görmüşem boş kalan yeri
Destinde yanıyor kandilden nuri
Ceddim Mürşid olmuş gözlüyor beni
Gece aşık oldum ol güzel yare
İnayet eyledi Allah u Hadi
İki tek mürşidi dil güzüm gördi
Vehbi Hayyat da dersimi verdi
Gece aşık oldum ol güzel yare
Ağlar Baba sen de bir hale erdin
Kamil mürşitleri rüyada gördün
Hakikat marifet dersini aldın
Gece aşık oldum ol güzel yare
Seyrettim âlemin nokta
Seyrettim âlemin nokta harfini
Mâhlûkattan ednâ ben beni buldum
Okudum soldaki rakk-u kitabı
Cümleden günahkâr ben beni buldum
"Tehte-s-serâ" ilin tekebbür bulur
"Kitab-ı merkum"a bağlanur kalur
Okur kitabını pek rezil olur
Rezil rüsva zelîl ben beni buldum
Tevâzû feth eder Arş'ın bâbıni
Okur Ümm-ül kitaptaki satrıni
Dâreyninde olan kisb ü kârini
Çeşm-ü a'mâ fakîr ben beni buldum
Kisb ü kâri alan aldı ezelden
Hicâplar içinde enver güzelden
Mü'min ölmez hayat bulur Hızır'dan
Ölüm ocağında ben beni buldum
Herkes tılsm-u a'zam aramış bulmuş
Atmış varlık kürkin bir palâs geymiş
Hakikat kılıncın eline almış
Kılınçsız kalkansız ben beni buldum
"Vedduhâ" buyruldu semâdan geldi
Hikmet dersin okuyup Muhammed kandi
Yetim ümmetlere dest-gir oldi
Bu nâs içre yetim ben beni buldum
Mülk-ü Ukbâ hayrın tebşir eyledi
"Hayrun leke" hüccet ispât yolladı
Ağlar Baba bu esrâra ağladi
Ağlayup gülmeyen ben beni buldum
BEYİTİ AĞLAR BABA
Ağla gönül leylü nihar sen ağla.
Gör ki Allah sana ihsan eylemiş.
Dünyanın gafsıymış ol Vehbi Hayyat.
Ol sultanı sana mürşit eylemiş.
Daha ne gamın var,ey deli gönül.
Şeytanın şerrinden sen oldun emin.
Düşmanlardan seni gözler ol muin.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Kudret bir makile bir kalem vurmuş.
Ağlayan kul bana aşıktır demiş.
Üç mürşit gözlesin ol kulu demiş.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Yardım eyle bana ey ceddim baba.
Çarkı teslim eylemişsin sen bana.
Çarkı çevirende yardım et bana.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Vehbi Hayyat ile mürşit olmuşuz.
İkimizde bir mihraba girmişiz.
Azim mürşidi karşımıza almışız.
Aman müritlerim gözleyin beni.
Ol azimden murat Kur’an-ı kerim.
Okuyanın derdine hem olur Rahim.
Mihrabın önünde asılır daim.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Sen baksana Vehbi Hayyat şanına
Kulu iletiyor güzel yarına.
Bu can kurban olsun mürşit yoluna.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Allah ihsan etmiş ravzaya koymuş.
Bu dünyada böyle mürşit kılmamış.
Evliyanın sü’banıdır bu demiş
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Huzursuz hiç asla ibre durmamış.
Allahı füetten ol bırakmamış.
Ol edyep cismini mihmandar kılmış.
Aman Vehbi Hayyat gözle sen beni
Allah şehr eylemiş onun sadrını.
Aynı peyganberden almış dersini.
Mihman eylemiş o dil kasrını.
Aman Vehbi Hayyat gözle sen beni.
Allah Muhammede habibim demiş.
İlmi ledünni yi kalbine koymuş.
Vehbi Hayyatı ya sen ders ver demiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Allah Muhammedi en akdem kılmış.
Mübarek kalbine bir dehşet vermiş.
Ol ahsen sadrından ter zuhur etmiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Vehbi Hayyatı yı ol terden kılmış.
Ruhu Ali mazhara dahil olmuş.
Batın tarafından hikmete dalmış.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Ol kalbi cevherden meydana gelmiş.
Her bir ahlakını ol hinde almış.
İki kalp birbiriyle müttesif olmuş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Ol kalbin terinden ruhunu almış.
Velhasıl Hayyatı dünyaya gelmiş.
Yedi,sekizinde Allahı bilmiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Yirmiden evvel mürşidi gelmiş
Vehbi Hayyatı yı aramış bulmuş.
Senin mürşidindir Muhammed demiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Hem Nebi zi şanı mihrapta bulmuş.
Huzurunu Hayyat Ahmed e kılmış.
Ders veren mürşidi halife kılmış.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Levhi mahfuzunda ol kayda geçmiş.
Hem babı azamdan rütbesi gelmiş.
Kıyamete kadar mürşitsin demiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Aslı ecdadımız bir rüya görmüş.
Manen bir alemde kendini bulmuş.
Ol zaman kavsından çark teslim almış.
Ey İrşadi baba sen gözle beni.
Ey İrşadi baba himmet et bana.
Çarkın çok ahsendir, çevirem hele.
Ben teslim ederem sonra gelene.
Aman-aman ceddim sen gözle beni.
Kadrin kudreti yerin bulmuştur.
Benden sonra hem bir tane kalmıştır.
Anın devri küllü ahir olmuştur.
Aman ceddim, aman sen gözle beni.
Ağlar gülmez kör şeytandan bunaldı.
Anın için mürşitlere yalvardı.
Seddin arkasına anı bağladı.
Aman mürşitlerim gözleyin beni
Dedesinin adı da İrşâdî olduğu içün, dedesine Büyük İrşâdî, kendi ise dedesinden sonra madde âlemine geldiğinden kendisine Küçük İrşâdî denmektedir.
Dedesi Büyük İrşâdî Baba Hazretlerini görmemiş yalnız dedesi gibi, Üveysî babından içeri girdiğinden dedesi tarafından manen irşâd olmuştur. Dedesinden feyz-yâb olan Ağlar Baba hazretlerinin mana âlemindeki diğer mürşidi dedesini de etkileyen Erzincânlı Vehbi Hayyatî (Terzi Baba) Hazretleri'dir. Bunu bir çok şiirinde görmek mümkündür.
Dünyânın gavsıymış ol Vehbî Hayyât
Ol sultanı sana hem mürşîd etmiş
Yine başka bir şiirinde şöyle demektedir:
İki tek mürşidi dîl gözüm gördü
Vehbi Hayyatî'de dersimi verdi
Ağlar Baba günün hemen hemen birkaç saati dışında bütün zamanını ibâdetle geçirmiştir. Mahdûmu Ahmet Baba Hazretleri'nin anlattıklarına göre Ağlar Baba'nın zâhirde herhangi bir mürşidi yoktur. Yattığında bütün vücûdu ile tevhid çekmeye başladığını ve 13 yıl sürekli ağladığını yine Ahmet Baba Hazretleri söylemektedir. Yine bir şiirinde "Aşk-ı Rabbânî'ye düşer göz yaşı döken kişi" demektedir.
Ağlar Baba iki kez evlenmiş olup ilk hanımının ismi Sakine ikincisinin ise Suna'dır.
İçindeki öteler buudlu aşk ve bu aşkın gözyaşlarında tecellisi ile Ağlar Baba olarak anılagelmiştir. Şair, şiirlerinde de bu mahlası kullanmaktadır.
Ağlar Baba dünyada iken dünya namına her şeyin künhüne ermenin çok ötesinde, öteler ötesinin daha da ötesine sözcüklere sığdırılamayacak sırlara vakıf olmuştur. O Bayburt'un az bulunur manevî dinamiklerinden biri olarak sırrın tarihine damgasını vurmuş, her gönülde yer edinmiştir.
Ağlar Baba dedesi İrşâdî Baba'nın yarıda bıraktığı Kısas-ül Enbiyâ (Peygamberlerin Kıssaları) isimli eseri tamâmlamıştır. Miftâh-ul Kulûb, İnna Enzelna Sûresinin Tefsîri diğer eserleridir.
Ağlar Baba'nın şiirlerinin bir araya getirildiği çeşitli kitaplar bulunmakla beraber, bazı şiirleri de dergilerde yayınlanmıştır.
Şiirlerinde İrşâdî, Ağlar Baba, Ağlar Gülmez ve Bâkî mâhlaslarını kullanmıştır.
Ağlar Baba'nın şiirlerinde tasavvufî coşku had safhayı çoktan aşmış, dünyaüstü bir derinliğe ulaşmıştır. Onun her şiiri bir irşâd soluğu niteliğindedir. Devrinin samimi söyleyiş tarzına sahip şairlerindendir.
Ağlar Baba'nın şiirleri âyetlerle iç içedir. Bir çok şiirindeki esin âyetlerle süslenmekte ve daha bir etkileyicilik kazanmaktadır.
Şiirlerinde bütün bir İslâmî kültür bulunmakla beraber, acziyet ve mahviyet onu ziyâdesiyle etkileyen bir temadır. "Seyrettim âlemin nokta harfini" dizesiyle başlayan şiiri bunu açıkça göstermektedir.
O içindeki sonsuz aşkı ve gücü bütün her şeyi yaratan yüce Allah'tan almıştır. O'nun nûrunda yok olmuş ve onun nûrunda hayat bulmuştur. Bütün varlığını ve öz kul oluşunu o sürekli ağlaması ve cezbesi ile O'na borçludur. O'na teslim olmuş, O'nun aşkıyla yanmıştır. Her zaman O'nda olmak istemiş ve O'nda bulunmak uğruna, hep onda yaşamak adına her türlü meşakkate râzı olduğunu " Tek bulayım Mevlâ'm seni" şiirinde dile getirmiştir.
Gönül eri bu yüce şair ve Allah dostu 13 Temmuz1958 tarihinde bir kuşluk vakti dâr-ı bekaya irtihal etmiştir. Kabr-i şerifi Oruçbeyli köyünde dedesinin kabr-i şerifi yanındadır.
OĞLU SEYYİD AHMET BABA HAZRETLERİ'NİN DİLİNDEN SEYYİD AĞLAR BABA HAZRETLERİ'NİN KISACA HAYATI
Dedemiz İrşâdî Baba Kısas-ül Enbiyâ'yı yazarken Yusuf (as)'un kıssasını yarıya kadar yazmış yarıdan sonra daha yazmamış. Oğlu Ahmet Küşâdî Baba babası büyük İrşâdî Baba'ya: " Baba niye Kısas-ül Enbiyâ'yı yazmıyorsun." diye sorar. İrşâdî Baba, oğlu Ahmet Küşâdî Baba'ya" Bize buraya kadar yazmamız mü'sade edildi. Bundan sonrasını torunlarımdan gelip tamâmlayacaklar" cevabını verir.
İrşâdî Baba'nın vefatından sonra Ağlar Baba'nın nüfus kaydı olan ismi İrşâdî Baba ismini babası Ahmet Küşâdî Baba koymuştur. Ağlar Baba on beş yaşlarında irâdesiz on beş gün devâmlı ağlamış, annesi bu ağlamasından korkmuş bunun üzerine Ahmet Küşâdî Baba : "Korkma babam İrşâdî Baba'nın hâli bu İrşâdî 'ye gelecek. Ağlaması onun için bir belirtidir." demiştir.
Babam Ağlar Baba, Birinci Cihân Harbinde bir süre muhacir yaşayan seferberlikten dönüp geldikten sonra biz çok küçük yaştaydık. Ağlar Baba'yı ağlama aldı. On üç sene boyunca başını yastığa koytuğunda uykuda cehrî tevhid çekerdi. Biz korkar uyanırdık.
Yakın köyümüz olan Tomlacık köyünde tasavvuf ehli Beşir Hocaefendi vardı. Bu Hocaefendi vâlidemize Suna bacı bu Ağlar Baba uykuda cehrî zikir çektiği zaman, sen hemen sesle uyarıver. Eğer uyku başında kalkar kapıya çıkarsa meczûp hâline geçer, derecesi yüksek olur. Fakat eser yazamaz. Ağlar baba uykuda cehrî tevhide başladı mı vâlidemiz "efendi efendi" diye sesler, uyarırdı. Ağlar Baba yattığımız evden odasına girer, yüzü kıbleye karşı sağ tarafında bulunan sandık üzerine sağ kolunu kor orada uyurdu. On üç sene sonra bu ağlama hâli azaldı. En çok Kur'an okutturur ağlardı. Alîm olduğu için âyet-i celîlelerin meâlini biliyordu.
Ufuk genişliği ve görüşleri Said-i Nûrsî doğrultusunda idi. Şâhit olduğumuz hâlleri devlete, millete, bilhâssa orduya çok büyük duâlar etmesiydi. Ziyâretçilere şefkatli davranırdı. Misâfir gelene ve askere çok saygı gösterir, ağlardı. Bu misâfirler gittikten sonra yine ağlardı ve derdi ki: "Allah (c.c.)'a hamd olsun ki bu me'mûrların yaşantılarında noksanlık olsa bile îmânları var ki bize kadar geliyorlar. Allah (c.c.) korusun memlekette hürriyet olmasa da düşman askeri bizim odaya gelse ayağı kalksam iltifât etsem mes'ul olurum. İltifât etmezsem eza ve ceza ederler."
KERÂMET VE VUKUFİYETLERİ
Erzincân'ın birinci depreminden (galibâ 1939'da olacak) on beş gün evvel sevenlerindenn Güçlü köyünden Âlîşân efendi misâfirimiz olmuştu. Sabah namazında Ağlar Baba Âlîşân efendiye: "Ben câmiye namaz kıldırmaya gidiyorum. Sen bugün câmiye gelme , burada namazını kıl, dikkat et bakalım bir vukufiyet olur mu." Âlîşân Efendi huzûrda iken gözü bir an dalıyor. Görüyor ki Erzincân'ı kıbleden gelen bir sel tahrîp etti, yıktı. Bayburt tarafına geçecekti; Ağlar Baba yüzü kıbleye karşı yanında birkaç tâne asker var, Allah' a ilticâ etti. Hâlice o sel Bayburt tarafına geçmedi. Ağlar Baba câmiiden dönüp geldikten sonra Âlîşân efendiye sorar: Âlîşân efendi bir zuhûrât görebildin mi? Âlîşân efendi yukarda gördüğü durumu aktarır. Ağlar Baba Âlîşân efendiye der ki: "Allah bilir amma Erzincân gidecek. On beş gün sonra Erzincân birinci depremi oldu. Depremden sonra komşularımız dışarıda yatarlardı. Baba efendi buyururdu: "Allah bilir amma yakın günlerde deprem olmayacak."
CUMHÛRİYETE BAKIŞ AÇISI
1947'de Oruçbeyli köyüne okul yapıldı. Gümüşhâne'den Mehmet Dağdeviren isminde bir öğretmen geldi. Vatandaş çocuklarını okula göndermiyor dedi. Bize "Ahmet" diye hitâp ederek yanına çağırdı. Ağabeyiniz Necâti'yi sesle dedi. Ağabeyim Necâti'yi sesledim. Gümüşhâne'den öğretmen gelmiş git onu da sesle. Gittim öğretmeni de sesledim. Baba efendi öğretmene: "Necâti'yi size katıyorum. Ağabeyimize hitâp ederek: "Necâti ev ev dolaşacaksınız. Komşularımıza selâmlarımı söyleyeceksin çocuklarını mutlaka okula göndersinler. Bilenle bilmeyen bir olmaz. Okur yazarlık çok faydalıdır," dedi. Öğretmene de hoca siz de şefkatli davranın. Bu yeni Türkçe yazının içerisinde Kur'an hurûfâtı olsaydı mânen de çocuklar İslâmî nasîplerini alırlardı. Siz okutun Mevlâ inşâallah o kapıları da açtırır."
ASKERE KARŞI ÇOK SAYGILIYDI
Köyümüzden ve yakın köylerden biri askere gitmek istediğinde babamı görmeye gelirlerdi. Onların gözlerini öper onlara derdi ki: "Çok sâdık davranın. Askerlik ocağı Hz. Muhammed'in (s.a.v.) kurduğu ordudur." Askere giden bu kardeşlerimize o günün parasıyla bir lira verirdi. Bunu kesenize koyacaksınız. Orduya sâdık çalışıp aslâ bir şeyine tenezzül etmeyeceksiniz. Yakın köyümüz olan Çayıryolu köyünden Ethem Akkoyunlu isminde bir talebesi vardı. Aşağıda babamla Ethem efendi arasında geçen olayı, Ethem Efendi'nin oğlu Câbir Akkoyunlu'dan dinledim. Cabir Akkoyunlu anlatıyor : " Babam Ethem, Ağlar Baba'nın ziyâretine birkaç komşu ile beraber gitmişler. Ağlar Baba bunları yola korken 'Ethem efendi geri kalsın, siz gidin o da gelir yetişir.' demiş. 'Ethem efendi, bu giydiğin yelek askeri elbise beyt-ül mâl-ı müslimînin mâlıdır. Bununla kıldığın namaz kabul olmaz.' Câbir Akkoyunlu devamla şunu söyledi. "Babam geldi o yeleği çıkardı."
1952'de rahmetli Menderes'in başbakan olduğu zaman ağustos ayında ihtiyât asker toplama emri geldi. Bizim birâder Selim'de askere gidecekti. Bayburt'ta tanıdık eşrâftan Bekir Kol bize dedi ki "şu'be binbaşısı Ensar Bey'le görüştüm. O askerlik devresi iki ay kadar olacakmış. Bir tatbîkât mahiyetindeymiş. Ağlar Baba'ya selâmımı söyle de kardeşin Selim askere gitmesin." Geldim evde Ağlar Baba'ya Bekir Efendi'nin söylediklerini aktardım. Aslâ olmaz dedi. Orası asker ocağı Hazreti Muhammed (sav)'in ocağıdır. Ağustos ayıydı mevsim devri sabahtan öküz arabalarını koştum gittim ekin getireyim diye. Arkam sonra baktım ki tarlaya bir atlı akrabamızın çocuğunu göndermiş. Gelen çocuk söyledi ki beni Ağlar Baba gönderdi, arabaları yüklemeden hemen köye gelecek, gelmez ise evlâtlıktan reddederim. Eve geldiğimde Ağlar Baba: "Ahmet sen ne yapıyorsun, hiç askerlikten kaçma olur mu" diyor ve ağlıyordu.
Gelen misâfirlerimize orduya hükûmete çok saygılı olmalarını ve çocuklarını okutmalarını tavsiye ederdi. ve "kaç çocuğun var" sorusuna "beş veya on" diye karşılık verenler olurdu. "Okuttun mu bu çocuklarını" diye sorardı. Misâfirler: "Baba Efendi okuttum, öğretmen olanlar da oldu." "Çok iyi" derdi; "okumaları çok faydalı."
Ol Güzel Yare
Ne yapayım gönül senin elinden
Niye düşüyorsun ah ile zare
Ben de kınamanam seni ey gönül
Sen aşık olmuşsun ol güzel yare
Sennen bu aşkın yoluna düştük
Ol yar bahçesinde ne nişan gördük
Şeyda bülbül gibi yanuben solduk
Sen aşık olmuşsun ol güzel yare
Bu aşık evvel sere gelmiş
Ezeli ervahta yarini görmüş
Ol zaman bu ruhum hem aşık olmuş
Ruh aşık olmuştur ol güzel yare
Bunun aslı nedir dinleyin beni
Ecdadımın vardır bir mihrap yeri
Ol mihrabın rükni istedi beni
Gece aşık oldum ol güzel yare
Rüyamda görmüşem boş kalan yeri
Destinde yanıyor kandilden nuri
Ceddim Mürşid olmuş gözlüyor beni
Gece aşık oldum ol güzel yare
İnayet eyledi Allah u Hadi
İki tek mürşidi dil güzüm gördi
Vehbi Hayyat da dersimi verdi
Gece aşık oldum ol güzel yare
Ağlar Baba sen de bir hale erdin
Kamil mürşitleri rüyada gördün
Hakikat marifet dersini aldın
Gece aşık oldum ol güzel yare
Seyrettim âlemin nokta
Seyrettim âlemin nokta harfini
Mâhlûkattan ednâ ben beni buldum
Okudum soldaki rakk-u kitabı
Cümleden günahkâr ben beni buldum
"Tehte-s-serâ" ilin tekebbür bulur
"Kitab-ı merkum"a bağlanur kalur
Okur kitabını pek rezil olur
Rezil rüsva zelîl ben beni buldum
Tevâzû feth eder Arş'ın bâbıni
Okur Ümm-ül kitaptaki satrıni
Dâreyninde olan kisb ü kârini
Çeşm-ü a'mâ fakîr ben beni buldum
Kisb ü kâri alan aldı ezelden
Hicâplar içinde enver güzelden
Mü'min ölmez hayat bulur Hızır'dan
Ölüm ocağında ben beni buldum
Herkes tılsm-u a'zam aramış bulmuş
Atmış varlık kürkin bir palâs geymiş
Hakikat kılıncın eline almış
Kılınçsız kalkansız ben beni buldum
"Vedduhâ" buyruldu semâdan geldi
Hikmet dersin okuyup Muhammed kandi
Yetim ümmetlere dest-gir oldi
Bu nâs içre yetim ben beni buldum
Mülk-ü Ukbâ hayrın tebşir eyledi
"Hayrun leke" hüccet ispât yolladı
Ağlar Baba bu esrâra ağladi
Ağlayup gülmeyen ben beni buldum
BEYİTİ AĞLAR BABA
Ağla gönül leylü nihar sen ağla.
Gör ki Allah sana ihsan eylemiş.
Dünyanın gafsıymış ol Vehbi Hayyat.
Ol sultanı sana mürşit eylemiş.
Daha ne gamın var,ey deli gönül.
Şeytanın şerrinden sen oldun emin.
Düşmanlardan seni gözler ol muin.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Kudret bir makile bir kalem vurmuş.
Ağlayan kul bana aşıktır demiş.
Üç mürşit gözlesin ol kulu demiş.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Yardım eyle bana ey ceddim baba.
Çarkı teslim eylemişsin sen bana.
Çarkı çevirende yardım et bana.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Vehbi Hayyat ile mürşit olmuşuz.
İkimizde bir mihraba girmişiz.
Azim mürşidi karşımıza almışız.
Aman müritlerim gözleyin beni.
Ol azimden murat Kur’an-ı kerim.
Okuyanın derdine hem olur Rahim.
Mihrabın önünde asılır daim.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Sen baksana Vehbi Hayyat şanına
Kulu iletiyor güzel yarına.
Bu can kurban olsun mürşit yoluna.
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Allah ihsan etmiş ravzaya koymuş.
Bu dünyada böyle mürşit kılmamış.
Evliyanın sü’banıdır bu demiş
Aman mürşitlerim gözleyin beni.
Huzursuz hiç asla ibre durmamış.
Allahı füetten ol bırakmamış.
Ol edyep cismini mihmandar kılmış.
Aman Vehbi Hayyat gözle sen beni
Allah şehr eylemiş onun sadrını.
Aynı peyganberden almış dersini.
Mihman eylemiş o dil kasrını.
Aman Vehbi Hayyat gözle sen beni.
Allah Muhammede habibim demiş.
İlmi ledünni yi kalbine koymuş.
Vehbi Hayyatı ya sen ders ver demiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Allah Muhammedi en akdem kılmış.
Mübarek kalbine bir dehşet vermiş.
Ol ahsen sadrından ter zuhur etmiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Vehbi Hayyatı yı ol terden kılmış.
Ruhu Ali mazhara dahil olmuş.
Batın tarafından hikmete dalmış.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Ol kalbi cevherden meydana gelmiş.
Her bir ahlakını ol hinde almış.
İki kalp birbiriyle müttesif olmuş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Ol kalbin terinden ruhunu almış.
Velhasıl Hayyatı dünyaya gelmiş.
Yedi,sekizinde Allahı bilmiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Yirmiden evvel mürşidi gelmiş
Vehbi Hayyatı yı aramış bulmuş.
Senin mürşidindir Muhammed demiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Hem Nebi zi şanı mihrapta bulmuş.
Huzurunu Hayyat Ahmed e kılmış.
Ders veren mürşidi halife kılmış.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Levhi mahfuzunda ol kayda geçmiş.
Hem babı azamdan rütbesi gelmiş.
Kıyamete kadar mürşitsin demiş.
Aman Vehbi Hayyat sen gözle beni.
Aslı ecdadımız bir rüya görmüş.
Manen bir alemde kendini bulmuş.
Ol zaman kavsından çark teslim almış.
Ey İrşadi baba sen gözle beni.
Ey İrşadi baba himmet et bana.
Çarkın çok ahsendir, çevirem hele.
Ben teslim ederem sonra gelene.
Aman-aman ceddim sen gözle beni.
Kadrin kudreti yerin bulmuştur.
Benden sonra hem bir tane kalmıştır.
Anın devri küllü ahir olmuştur.
Aman ceddim, aman sen gözle beni.
Ağlar gülmez kör şeytandan bunaldı.
Anın için mürşitlere yalvardı.
Seddin arkasına anı bağladı.
Aman mürşitlerim gözleyin beni
UMUT AKYÜREK Vardım ki Yurdundan Ayağ Göçürmüş
Makâm : Şehnâz
Usûl : Sofyân
Bestekâr : Kemanî Nevres Paşa
Güftekâr : Bayburtlu Zihni
Okuyan: Umut Akyürek
Vardım ki Yurdundan Ayağ Göçürmüş
(ah) Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş
Yavru gitmiş, ıssız kalmış otağı
(ah) Câmlar şikest olmuş, meyler dökülmüş
Sâkiler meclisten çekmiş ayağı
(ah) Zihnî derd elinden her zaman ağlar
Vardım ki bağ ağlar, bağbân ağlar
(ah) Sümbüller perişân, güller kan ağlar
Şeydâ bülbül terk edeli bu bağı...
câm : şarap kadehi
şikeste : kırılmış, kırık
mey : divan şiirinde rengiyle kırmızı gülü, sevgilinin dudağını, yanağını andıran ve sıkça sözü edilen bir içki türü; şarap
sâki : içki meclisinde içki sunan kişi
meclis : bir araya gelmiş kişilerden oluşan topluluk
bağbân : bağcı, bahçıvan
şeydâ : aşk yüzünden aklını kaçırmış, çılgın; divane
Bayburtlu Zihni
Bayburtlu Zihni (1795 - 1859), hem Divan hem de halk şiiri türündeki yapıtlarıyla tanınmış bir şairdir. Asıl adı Mehmed Emin’dir. Zihni onun takma adıdır ve Bayburt’ta doğduğu için Bayburtlu Zihni olarak anılır.
Erzurum ve Trabzon medreselerinde okudu. Ardından İstanbul'a gitti ve çeşitli yerlerde kâtiplik yaptı. Divan şiiri türünde yazdığı şiirler ve kasidelerle tanındı. Daha sonra Bayburt'a döndü. 1828'de Ruslar kenti işgal edince buradan ayrıldı. İşgalden sonra yeniden Bayburt’a döndü. 1834'te hacca gitti, oradan Mısır'a uğradı. Daha sonra Erzurum'da, yeniden İstanbul’da bulundu. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde memur olarak çalıştı. Bayburt'a dönerken Trabzon yakınlarındaki Olasa (bugün Bahçeyaka) köyünde öldü.
Bayburtlu Zihni şiirlerini, hem hece, hem de aruz ölçüsüyle yazdı. Aruzla yazdığı şiirler ölümünden sonra Divan-ı Zihni (1876) adıyla yayımlandı. Ama şair asıl ününü hece ölçüsüyle yazdığı koşma ve destanlara borçludur. 1828’de Bayburt'un Rus işgalinden gördüğü zararları dile getiren koşma biçimindeki ağıtıyla büyük ün kazandı. "Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş / Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı" dizeleriyle başlayan bu koşma sonradan bestelenmiştir. Bayburtlu Zihni başından geçen serüvenleri, şiir, yergi ve destanlar biçiminde Sergüzeştname’de anlatmıştır.
Erzurum ve Trabzon medreselerinde okudu. Ardından İstanbul'a gitti ve çeşitli yerlerde kâtiplik yaptı. Divan şiiri türünde yazdığı şiirler ve kasidelerle tanındı. Daha sonra Bayburt'a döndü. 1828'de Ruslar kenti işgal edince buradan ayrıldı. İşgalden sonra yeniden Bayburt’a döndü. 1834'te hacca gitti, oradan Mısır'a uğradı. Daha sonra Erzurum'da, yeniden İstanbul’da bulundu. Anadolu'nun çeşitli yerlerinde memur olarak çalıştı. Bayburt'a dönerken Trabzon yakınlarındaki Olasa (bugün Bahçeyaka) köyünde öldü.
Bayburtlu Zihni şiirlerini, hem hece, hem de aruz ölçüsüyle yazdı. Aruzla yazdığı şiirler ölümünden sonra Divan-ı Zihni (1876) adıyla yayımlandı. Ama şair asıl ününü hece ölçüsüyle yazdığı koşma ve destanlara borçludur. 1828’de Bayburt'un Rus işgalinden gördüğü zararları dile getiren koşma biçimindeki ağıtıyla büyük ün kazandı. "Vardım ki yurdundan ayağ göçürmüş / Yavru gitmiş ıssız kalmış otağı" dizeleriyle başlayan bu koşma sonradan bestelenmiştir. Bayburtlu Zihni başından geçen serüvenleri, şiir, yergi ve destanlar biçiminde Sergüzeştname’de anlatmıştır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)